4’ü  çocuk olmak üzere 9 vatandaşımızın hayatını kaybettiği, 66  vatandaşımızın yaralandığı lanet saldırının ardından yakalanan şüpheliler akıllarımızda değişik soru işaretlerine sebep oluyor. Menfur saldırıyla ilgili dış bağlantılar ortaya çıkmasın diye, piyonlar anında feda edildiler. Aracı taşıyan müdür yardımcısı öğretmen tutuklanır, Murat Karayılan’ın koruması olduğu söylenen kişinin kimliği  ve eşgali açıklanır, ayrıca 13 kişinin gözaltına alındığı, 4 kişinin ise  savcılığa sevk edildiği bildirilir.

 

…ve Vali açıklar: 

“Firaz kod adlı Murat Filiz isimli örgüt mensubu tutuklandığında, olay tamamen aydınlanmış olacaktır.”

Kamuoyu şimdi rahat „Nasıl olsa yakalandı hainler“ diye. Ama dış bağlantılar halen sır.

Hükümetin, failleri daha yakalanmadan önce bildiğini iddia etmek, hükümeti suça ortak etme anlamına gelir.

Bunun böyle olduğuna dair en ufak bir delil yok elimizde. Bir hükümeti, bir  Başbakan’ı, bir İçişleri Bakanı’nı sevmeyebilirsiniz. Tüm bunları  eleştirebilirsiniz. Lakin onları ihanetle suçlamak. meseleyi çok farklı boyutlara taşır.

Hükümetin şu anda teröre karşı yürüttüğü „savaş“ın dünyada eşi benzeri yok. Hangi devletten akıl alacak, hangi kurumdan destek alacak?

Almanya’yı  yakıp kavuran RAF diye bir terör örgütü vardı 70’li yıllarda. Bir eylem yapardı, gerekçesini açıklardı. Bir adam kaçırır, gerekçesini açıklardı.

Bir terör örgütünün hangi gerekçesi kabul edilebilir olur ki?

Olmaz elbette.

Ama o gerekçeyi anlamak için örgütün niyetini, psikolojisini okumaya çalışırsınız.

Ya gerekçesi yoksa örgütün? O zaman gerekçesi olmadığı halde eylem yapan, çoluk-çocuk demeden sivil katleden bir örgütün amacı ne olabilir ki?

34  yıl önce. 20 yıl önce. Hatta 10 yıl önce, „Kürtçe konuşmak  istiyoruz. Kürtçe şarkı söylemek istiyoruz. Çocuklarımıza kürtçe isim  koymak istiyoruz. Anadilde eğitim istiyoruz. Seçme seçilme hakkı istiyoruz.“  deselerdi, hepsini anlayabilirdik.

Ki bu hükümet anladı bunu. Bütün hakları iade edildi Kürt kökenli vatandaşlarımıza. Batı seviyesinde ve kısmen ötesinde hak ve özgürlükler var artık Türkiye’de.

 

Peki ama PKK ne istiyor? 

Bu halde ister istemez şöyle bir soru daha ortaya çıkıyor: PKK’nın talepleriyle Kürt vatandaşlarımızın talepleri birbiriyle örtüşüyor mu?

PKK,  hiç bir talebini açıklamadan eylem yapıyor, yaptığı eylemin gerekçesini açıkla(ya)mıyor, çocukların öldüğünü görünce de eylemini inkar ediyor.

Hükümetin terörle mücadelede akıl ve destek  alacağı kişi ve devletler, Türkiye’nin aleyhinde çalışma yapan “müttefiklerimizin” ta kendisi olduğunu düsünüyorum.

Hükümet, hem PKK’yla, hem BDP’yle, hem de hükümetin hata yapmasını bayram havasında kutlayacak olan muhalefetle mücadele ediyor.  Beni üzen konu ise şu:  Eleştiriye karşı diyeceğim birşey yoktur.Yeri geldiğinde en ağır eleştirileri de yaparım.  Ancak Türkiye Cumhuriyetinin gelecegini ve bölünmez bütünlügünü tehdit eden konuları dahi, hükümet aleyhtarlığına araç olarak kullananları da anlamiyorum.

Bu ülkede hükümetin düşmesi için, memleketin bölünmesine bile razı olacak kadar sahte vatanseverler var maalesef. Şu terör olaylarında birlik ve beraberlik içinde olmamız gerekiyor.  Aynen Çanakkale Savaşı’nda, Türk’ün, Kürt’ün, Laz’ın, Çerkes’in omuz omuza mücadele ettiği  gibi.

 

Birbirimizle hesabımız varsa, bu savaştan sonra görürüz bu hesabı. 

Son  seçimlerden bu yana Başbakan’in gurur ve kibir dolu olduğunu, herşeyi  kendisinin bildiğini sandığını, bu kibirden ya kurtulması gerektiğini,  ya da bu kibirin içinde boğulacağını ben de düşünüyor ve söylüyorum.

Başbakan’daki bu kibir, topyekun AKP’ye, hükümete ve tüm yandaşlara yansıdığını düşünüyorum.

Bunları ifade ederken üzülüyor ve utanıyorum.

 

Ancak, vatan hainliği bu kadar ucuz değil.  

Başbakan’ın ve tüm hükümetin saldırılar ve kaybedilen canlar hususunda, yüreklerinin yandığını düşünüyor ve bundan adım gibi de eminim. Şu anda, bütün kibrine rağmen, birileri çıksa dese ki „Tayyip Bey, sizin canınıza karşılık bu PKK terörü ebediyyen bitecek“!

Saniye tereddüt etmeden canını teslim edeceğinden zerre şüphem yok! Vatan sevgisinden, insan sevgisinden şüphem yok. Ama güç, insanı, güç sarhoşu yapabiliyor maalesef.

Tayyip Bey’i bile yaptıysa, “seni-beni” ne yapmaz bu güç denen lanet  mefhum…?!?

Bütün mesele bu hükümetteyse, neden 34 yıldır var PKK? Asker 24 yıl boyunca neden bitirmedi? Neden Özal, Demirel, Çiller, Erbakan, Yılmaz, Ecevit bitiremediler?

Neden Yılmaz, Ecevit zamanlarında terör geriledi? Onların zamanında terörle mücadele çok mu iyidi, yoksa ekonomi berbattı da, Türkiye Cumhuriyet’ini zayıflatmak adına dış güçlerin birşey yapmasına gerek mi kalmıyordu? Türkiye ekonomik olarak kendi içinde boğulurken, onu çökertecek bir maşaya ihtiyaç duymayan yabancı mihraklar, PKK’ya verdikleri desteği kestikleri için, terör, göreceli olarak azalmış, zayıflamış görünüyordu.

Türkiye, şu anda güçlenmenin  bedelini ödüyor. Gerçekten dev bir ekonomiye sahip olmaya doğru, saygın bir ülke olma yolunda hızla ilerlerken, bazı güçlerin düşmanlığını kazandı.

„One Minute“le mi başladı, Mavi Marmara’yla mı…  „Stratejik Derinlik“le mi, yoksa, Başbakan’ın hastalığıyla mı…?!?

Sahnenin, perdenin arkasına bakmalıyız. Orayı görmeye calışmalıyız. Bize, senaryosu dışarıda yazılan, içerideki piyonlar eliyle oynanan oyuna kanmak yakışmaz. Şu durumda bu hükümete ve Başbakan’a bela okumak yerine, dua etme zamanı. Bu kritik zamanda hükümet yanlış yaparsa, Türkiye bölünür.

Allah korusun.

Bana, hükümete akl-ı selim dilemek en mantıklı yol olarak görünüyor!

 

 

Share.

1974 geboren in Berlin. Grundschule und Gymnasium im "bürgerlichen" Schöneberg in Berlin. Abitur und Germanistik-Studium im lebendigen Istanbul. Rückkehr nach Berlin nach dem großen Erdbeben im August 1999. Seitdem verschiedene Tätigkeiten. Verheiratet und Vater von 2 Kindern.

Comments are closed.