1. Dönem Dilsizlik
Anlatayım o zaman, yaban da Anadolunun çocuğu olmayı. Tabii gözünü açar açmaz memleket havasıyla şenlendirdiğiniz yürekleriniz, yüreklerimizi eklemeye hazırsa… Düşün, hele bir memleketinin neresi olduğunu çok iyi bilen Anadolu çocuğu…
Dilini hiç bilmediğin bir grubun ortasına, sarı saçlı mavi gözlülerin arasında gezinen, kara kaş kara göz, bir çocuk olmayı. Konuşamıyorsun.
Sesim suskunsa, sükunetime sakin kanma!
Suskunluk, sonraki çığlığın habercisi,
bir öncekininde yorumcusudur!
Bir sürü sözcükten örülen, inci tanesi kolyelerin var dilinin ucunda, ama susuyorsun, çünki konuştukları dili konuşamıyorsun. Yarımsın, yarımyamalak. Lalsın.
Onlar anlatıyor sen dinliyorsun. Onlar oynuyor, sen oyunlarını izliyorsun ve oyuna dahil edileceğin o günü, hiç bir günü özlemediğin kadar özlüyorsun.
Her çocuğun mutlaka bir oyunu,
anlatacak hikayesi ve bitmek bilmeyen özlemleri var.
Bazen oyunda hayalde, çocuktan kaçar.
Çocukta koşar adım kovalamaktan,
hem bıkmaz hem de yorulmaz!
Her büyükten daha iyi bilir,
geceden sonra sabahlar var!
Tabii bunu her çocuk aynı şekilde yaşamadı belki. Bu hikaye de kimsenin hikayesi değil ki. Bireyselleştirilmiş, gerçeğin aynası olmaya namzet, bir hikaye. Yarım kalanların gönüllerine inmeye ve girmeye, duvarın arkasındaki manzarayı göstermeye, meğilli bir pencerenin hikayesi belkide.
Buradaki, senin o anlamadığın gençliğe işte ben hep bu pencereden bakıyorum. Bu pencere bana onların, size uzak kalan yanlarını, anlamadığınız bozuk türkçelerini, yakınlaştırıyor.
Çok merak ediyorsun ya, işte bu noktada yakınlaşıyoruz, o gençlerle. O gençlerin umuduna umut, yüreklerine sevda ve ayaklarına rota olmaktan öteye gidemiyor niyetim. İstesemde niyetimi aşacak adımlar atamıyor, fiillerim. Niyetle başlıyor niyetle bitiyor, sözlerim.
Yaşamak,
sevmek gibi inanmaktır!
Sevmek, aynı pencereden değil,
farklı pencerelerden,
aynı noktaya bakmaktır!
Bizi biz yapan değerlerimizden, bahsediliyor evde. O evde uğruna binbirtürlü cümlelerce değer atfedilen değerler, dışarıya çıktığında, yani sarı saçlı mavi gözlülerin arasında, karakoyun hükmünde dolandığında, iki kuruş etmiyor, sanıyorsun. Direniyor ve dayanıyorsun. Cesaretin varsa da, bu değerleri benimsiyor ve sana verilen kıymetlilerin avukatı haline geliyorsun. Minikte olsan kocaman cesaretler toplaya biliyorsun, hayat senden bunu istediğinde…
Sen hiç savunmak zorunda kaldın mı, örneğin İstanbul da bir Rizeli olmayı? Rizeliysen ne işin var İstanbulda diyen oldu mu? Burada Türkiyeli olmak, savunulası bir durum ve kolay kolay avukat bulamıyorsun. Gayri ihtiyari, yalnız da kalsan çocuk ta olsan, evde bir değer öğretildiyse eğer, ona mutlaka bağlanıyorsun.
Koca bir çınarın başına git ve düşün!
Gövdesi ne olursa olsun, çınarın kökleri olmasa,
Çınar da kuruyu verir,
bir çırpıda.
Kökünden beslenemeyen, yok olmaya mahkumdur,
gövdesi koca çınar da olsa.
Yüreğinin haykırmalarını, boğazında düğümlüyor yine çocukça susuyorsun. Sonra hüküm yiyorsun, bu çocuk çekingen, konuşmuyor, hatta bu dili öğrenemiyor, destek alması gerekiyor! Annen de anlatamıyor, evde bizim kafamızı ütülüyor, diyemiyor işte, çünki annende dilsiz, o da konuşamıyor. Koca bir Anadolu konuşmaktan, kendini anlatmaktan mahrum, geleceğe dilsiz ve sedasız bakıyor.
Sen ezanların gölgesinde, çelik çomak oynarken, buradaki Anadolu çocuğu, boynu bükük bir yetim edasında, ilmik ilmik düğüm düğüm, hayatı dokuyor.
Anadolunun bağrına, doğan!
Senden uzakta kalan bir yanın, burada!
Dilleri bozuk, trükçeleri yarım diyerek,
daha da ırağına atma…
Yabandaki Anadolu çocuklarının, hayatlarının ilk kısmı, dilsizlikle geçiyor. İlkokul yıllarına dek, bu böyle. Bir sürü yükün altında, özgüven eksikliğinden kaynaklanan yıkık çökük omuzlar…
Yıkık omuzlar bir gün dikelecek.
Toprağa düşen çekirdek,
çaresiz bir gün, Besmele diyecek,
meyve verecek!
İnsanoğlu bu,
tee çocukken, sabredip beklemeyi öğrenecek!
Dik yürüyen, özgüveni gözüne yansıyan, çok az çocuğumuz yetişiyor, buralarda. O yüzden belki benimle yola koyulanlar, en çok şu cümleyi duyuyor: Ablacım dik yürüyün! Kendimi bu cümlenin tekrarında yakalıyorum çoğu kez. Kaldıramıyorum, evet, çökük omuzlu Anadolu çocuğu görmeyi kaldıramıyorum.
Hayatının temel taşlarını yaylalarda, kuşlar kadar hafif ve özgürce yerleştirirken sen, buradaki çocukların kanatlarına, ağır ağır yükler yükleniyor, kuş olsalarda, bir kanatları kırık kalıyor, uçamıyor.
Başını hiç öne eğme
senin değil ki, sana ait olmayan,
hiç bir suçu üstlenme!
Üstlenmek zorunda kalacağın suçu sakın işleme.
İlkokul çağlarının önemli kısmı, çoğu çocuksu hayatlarda böyle geçiyor. İki dil arasında kalan çocuklara, sanki sinsi bir savaş hükmediyor. Anadil, ikinci planda olmalı diyenler, bir yandan, anadili hiç konuşmayın diyenler,diğer bir yanda ve asıl önemli olan, Anadil diyen velilerin arasında kalan çocuk, tartışmanın gölgesinde oyunuyor ve bazen de uykulara dalamıyor.
Anadil en hası, en önemlisi diyen veliler kazanıyor bu savaşı çoğu zaman, çünki haklı çıkan onlar oluyor. Kendine duygusal anlamda yakın olan bir dili seçen çocuk, duygularını ifade etmeyi zamanla, ama hızla öğreniyor. Bir dile tam anlamıyla hakim olan çocuğada, her dil oyuncak geliyor, çabuk öğreniyor. Bu virajı alan otobana çıkıyor, çok sürmeden sağ şeritten sola geçiyor ve sollamanın keyfine doyasıya varıyor, ama ondan önce aşılası gereken virajdan her çocuk mutlaka geçiyor.
Utanma sakın konuştuğun dilden.
Bağlan ona.
Anadilinden daha iyi bilen olmaz, derdini,
yüreğin susayanda,
ayakların yorulanda…
Seni en iyi Anadilin bilir,
Gönlünün ortasına bir gün
Mevlanayı,
bir gün Yunusu,
bir gün Pir Sultanı, getirir,
Derdine deva olacak yolu, en iyi Anadilin gösterir.
Sonra ona hakim olursan, hiç korkmaz, arkadaş olur diğer dillerin birbiriyle.
Diller insanlara benzemezler, hem şiirde hem de hikayede buluşmayı bilirler.
… bir şiirin meoldisiyle dostça birleşir eller.
Kürtçe de halaya dururlar, Lazcada horona…Melodi olup değerler kulaklara.
Ama unutma Anadil,
Annenden bir parça taşır çocukluk getirir büyüyen